top of page

Pınar ve bendeki yankıları üzerine...

Dünyanın bu zamanında gönül ister ki artık kadın hakkı, erkek hakkı, eşcinsel hakkı, o milletin şuyu, bunun buyu, o dinin doğrusu, bunun yanlışı benzeri konuşmalar yapmayalım.


Gönül ister ki bir Kaynak’ın, Yaratıcı’nın, Öz’ün farklı tezahürleriyiz işte diyebilelim, bizden farklı olana merakla, heyecanla, kalp açıklığıyla yaklaşabilelim.


Gönlün istediği her zaman yaşananla bir olmuyor elbet. Ya da bazen gönül önden gidiyor da, eylem biraz daha vakte ihtiyaç duyuyor.


Pınar’ın vefat haberini gördüğümden beri türlü türlü düşünceler zihnimde, kalbimde türlü hâller, bolca travma da hortladı yerlerinden. Bunları anlatmak zor ama biliyorum ki kadınlar biliyor, hissediyor. Erkekleri ayrıştırdığımdan değil, yaşam koşullarımızın farklılığı gün gibi açık olduğundan. Yoksa sırf erkekler dışlanıyor diye bugüne kadar destek olmak istesem de feminist yürüyüşlere katılmadım örneğin. Hep birlikte olamayacaksak benim içim orada olmayı istemiyor.


Pınar’ı öldüren adam neden yaptı bunu bilemiyorum, üzerine türlü varsayımlarda bulunabilirim ama enerjimi buna yönlendirmeyi seçmiyorum. Kendi bile ne kadar farkında ki acaba eyleminin altında yatan sebeplerin de ben bileyim. Ona lanet de okuyamıyorum, biliyorum ki sonucu vahşet olsa da var sebebi, kendi farkında olmasa da, bu farkındalıksız hâl bir insanın cânına mâl olmuş olsa da var, benim algı sınırlarım şu an anlamasa da onun algı sınırlarında bunun yeri var. Doğum haritası incelemeye başladığımdan bu yana daha bir kâni oldum her şeyin bir sebebi olduğuna, o yüzden bela okuyup, en yüksek cezayı alsın deyip, öfkemi bu şekilde dışa vurup geçemiyorum. Öfkemin, hüznümün, vb.nin altından türlü sorular başını çıkartıp sıralanmaya başlıyor.


Bu kadar farkındalıksız olabilmemizin sebeplerine takılıyorum, farkındalıksızlığımızla cân alabilecek raddeye gelebilişimize takılıyorum, ki kendimizi kandırmayalım dostlar bu potansiyel her birimizin içinde var. Ancak potansiyelin olması onun ehlileşemeyeceği, kendi yaralarımızı analiz edip, hayatımızın sorumluluğunu alıp, başka canlara gerek sözlü, gerek fiziksel, gerek duygusal vb. şiddet uygulayabileceğimiz anlamına gelmiyor.


Düşündüğüm şey şu daha çok ilk acı, üzüntü, bendeki travmaların tetiklenmesi vb. süreçleri geçip sakinleştiğimde; varsayalım ki en ağır cezayı aldı, bu ceza sistemi ne kadar çalışıyor. ‘Cezasını çekmiş’ insanlar topluma geri döndüğünde ne kadar ‘dersini almış oluyor’ da hayatına devam ediyor. İncelediğim araştırmalar (internetten yaptığım taramaları kast ediyorum) bu konuda pek iç açıcı değil. Hapishanede geçen zamandan sonra kişilerin topluma sağlıklı bir birey olarak katılabilme oranları düşük, tekrar suç işleme ya da toplumla uyumlu bireyler olarak hayatlarını sürdürememe oranları yüksek gibi görünüyor. Aborjinlerde biri suç işlediğinde, kabilenin bir çember yapıp o kişiyi ortalarına alıp 3 gün 3 gece ona yaptığı iyi şeyleri, onunla güzel anılarını anlattığını okumuştum bir yerde. Cezalandırmaktansa şifalandırmayı seçiyorlarmış. Koca şehir ölçeğinde şifa nasıl mümkün kılınabilir diye düşünüyor bir yanım.


Ve beni en çok meşgul eden konulardan biri ise Pınar’ın ölüm haberi günü gördüğüm katilin aile fotoğrafı, eşi ve çocuğuyla, henüz yüzlerine gri noktalar konmamışken. Biraz araştırdım onu da, ulaşabildiğim kadarıyla eşi oldukça zor zamanlardan geçiyormuş, avukatı yazılı açıklama yapmış, çocuğa dair bir veriye ulaşamadım. Çocukluk döneminde yetişkin algımızla ufacık gibi görünen şeyler dâhi travma yaratabiliyorken, bunca travmanın arasında ne hâlde o çocuk. Ne kadar desteklenebiliyor, bu olayın onun hayatındaki etkileri ne olacak, hayatında nelere kapı açacak? Elbet bilemem, dua edebilirim belki. Kalbim o eş ve o çocukla şu günlerde çokça. Ve niceleriyle.


Cezaevleri suçluları ıslah ediyor mu büyük soru işareti?

O muazzam sorumluluğu, o türlü farkındalıklara gebe evlat sahibi olma sürecine ne kadar kendimizi hazırlıyor da dünyaya çocuk getiriyoruz yine büyük bir soru?

Ceza algımızı, cezalandırma şeklimizi, sorumluluğa hazır değilken atılan ebeveynlik benzeri büyük adımları daha farkındalıklı ve destekleyici süreçlere dönüştürmek nasıl mümkün?

Eğitmekten ne anlıyoruz?

Eğitim dediğimizde eğitilene ne kadar alan açabiliyoruz?


Bana öyle geliyor ki Dünya büyük ölçüde bu konularda fiyasko yaşıyor, sistemler amacına hizmet etmiyor.


Ve kadın, erkek ayrımı da görünen o ki bizi sağlıklı bir yere götürmüyor. Ne kadını, ne de erkeği yücelten bir yaklaşım dengeye açmıyor kapıları. Kadın erkek diye ifade edince de varoluşun pek çok tezahürü dışarıda kalıyor, ve hepsini kapsamaya dilim yetmiyor. Erkek ve diğerleri mi desem acaba bilemedim. Farklı cinsel tercihlerdeki dostlarımızın hayatı bizlerden de zorlayıcı görebiliyorum. Hakkı ile farkında değilim, hadsizlik etmemek adına pek söz söyleme hakkını kendimde görmüyorum.


İnsan dediğimizde de bolca sınır koymuyor muyuz? Sınıflandırma çabamızın sınırlayıcı bir ürünü değil mi bu tanım da? Sözlü dil yeter mi bunca bereketli yaratımı aktarmaya?


Son olarak kendimde görüyorum ki, dinlenmek, anlaşılmaya çalışılmak güzel olurdu. Ki bunun için çabalayan bolca türdaşımı, en başta da eşimi görüyorum, umutlanıyorum.


Velhasıl tüm renkleriyle Cennet’in ta kendisi değil mi bu güzel, uzayda uçuşan, adına Dünya dediğimiz topçuk?






14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page